KUANTUM DÜŞÜNCE TEKNİĞİ

R.ŞANAL Menü

Sevgi ve Korku

R.ŞANAL › Sevgi ve Korku

İnsan, iki ayrı güç arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır hep. Biri onu ileriye, yukarıya, uzağa götürmeye çalışan güç diğeri ise kendini koruma içgüdüsü.

Sevgi ve Korku

İnsan, iki ayrı güç arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır hep. Biri onu ileriye, yukarıya, uzağa götürmeye çalışan güç, diğeri ise yaşama tutunma ve kendini koruma içgüdüsü.

Biri sevgi enerjisinde kodlanmış olan “Gelişme Emri”, diğeri ise kendini koruma içgüdüsünün abartılmış hali olan “Korku”. Daha da basite indirgersek; sevgi ve korku arasındaki seçim.

İnsan, tüm yaşamları boyunca, bu ikisi arasındaki dengeyi kurmak zorunda kalmıştır.

Kendini koruma içgüdüsü, bir organizmanın kendi varlığını sürdürmesi için çekirdek kodlamasında var olan “Yaşa!” emrinin uzantısıdır.

Ünlü Alman düşünür Erich Fromm, bu iki ayrı tavır için: “Yaşamseverlik” ve “Ölümseverlik” deyimlerini kullanmıştı.

Bu kod, en küçük hücrede bile mevcuttur. Bizim binlerce yıl süren evrim serüvenimiz sonucunda, hücre çekirdeğinin belleğindeki kodlara işlenmiş olan ana emirdir.

Her var olma ve hayatta kalma mücadelesi, bu belleğe yeni ilaveler yapar. Vahşi bir hayvandan kaçmak için yaptığımız mücadele, soğuktan, sıcaktan, açlıktan korunmak için gösterdiğimiz çaba, hücresel belleğe işlenir.

Binlerce spermin yumurtaya ulaşmak için yaptığı olağanüstü yarış ve bir bebeğin ana rahminden çıkarken sarf ettiği efor, kendini koruma içgüdüsünün güçlenmesine yol açar.

Buna bir de hayatlar boyu geçirdiğimiz ölüm, yaralanma, aç kalma, bir yerde hapsedilme deneylerini eklerseniz, hücre hafızasında bulunan "Yaşama İçgüdüsü"nün nasıl aşırı bir "Koruma İçgüdüsü"ne dönüştüğünü anlayabiliriz.

Aşırı koruma içgüdüsü kontrolden çıktığında, insanın gelişme ihtiyacının önüne geçer. İşte bu noktada denge bozulur. Başta insanın hayatta kalabilmesi için gerekli olan güvenlik kodu, giderek insana karşı işleyen bir canavara dönüşür.

“Canavar” sözü pek de abartılı değildir, çünkü sırf bu yüzden insanlık tarihi sayısız savaşlar yaşamış, yüz binlerce kurban vermiştir.

Kendini “koruma içgüdüsü” önce korkuya, giderek saldırganlığa dönüşür ve “O beni öldürmeden, ben onu öldüreyim” mantığı devreye girer.

Örneğin; sadece Ortaçağ Avrupası'nda, din savaşlarında milyonlarca kişi öldürülmüştür. Üstelik aynı dinden ama farklı mezhepten oldukları için, hem de aynı Tanrıya inandıkları halde.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında da milyonlarca insan hemcinsleri tarafından öldürüldüler.

Kendini koruma içgüdüsü bu kadar aşırı bir korkuya dönüşmediği zamanlarda da başka tür engellemeler yaratır.

Her türlü gelişme, iyileşme ve değişme atılımının, ister kişisel ister toplumsal olsun daha başlangıçta önünü keser.

Mutlu olmadığı bir ilişkiyi sırf “Ya ortada kalırsam” korkusuyla sürdüren...

Kendisini hiç tatmin etmeyen bir işte “Şimdi durup dururken kendimi riske atmayayım” diye çalışmaya devam eden...

Yine işinden olmamak için her türlü haksızlığa, yalana göz yuman...

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diye aksaklıklara ve çarpıklıklara ses çıkarmayan kişiler, bilmeden hep aynı korkunun kurbanı olmuyorlar mı?

Yeni ve özgün bir şey yapmak, bir şey söylemek, bir şey üretmek söz konusu olduğunda, hücrelerimizden, o rahatlık ve konfor kuşağının sesi hemen ileri atılıyor: “Olmaz, mümkün değil, sana mı kaldı? Kendini ne sanıyorsun? Herkes seninle alay edecek” gibi şeyler söylüyor.

Böylelikle biz, hep kendimiz olmayı ve ruhun sevgi emrini erteliyoruz. “Şimdi değil, hele şunu bitireyim de!” gibi bahaneler ileri sürüyoruz.

Fakat ne kadar uğraşırsak uğraşalım, ne yaparsak yapalım, sevgideki “Gelişme Emri”, önlenemez bir biçimde gücünü hissettirir.

Ruhun derin hareketleri usulca etkisini yürütür. Ona hiçbir şey engel olamaz.

Duygular bastırılmaya çalışıldığında, arkasından şok edici olaylar gelmeye başlar.

Kaza, yaralanma, kırık-çıkık gibi şeyler...

Şok etkisi yaratan bir olaydan sonra nihayet ruh, özündeki sevgi emrini ulaştıracak bir olanak yaratır. Size tatlı tatlı fısıldamaya başlar. Yapılması gereken şeyi söyler. Daha doğrusu o noktaya sevk etmiştir artık sizi.

Siz sıçramayı gerçekleştirirsiniz. Adım atarsınız, korka korka belki ama artık başka çarenizin kalmadığını çok iyi bilerek. İşte sevgi ve korku arasındaki sonsuz dans...

Her şeyin yıkıldığını sandığınız an, bilin ki yıkıntının altından yeni bir yapı yükselmektedir.

Gecenin en karanlık anı, bilin ki sabah için bir müjdedir.

Her zaman bir şansınız olacaktır.

Ne kadar dibe, derinlere dalarsanız, bilin ki o kadar yükseğe çıkacaksınız.

Ve kendi özel yolunuzda sadece kendi kendinizle yarışırsınız.

R.Şanal

Bu sayfa 28.10.2021 tarihinde eklendi. En son 28.10.2021 tarihinde güncellendi.


  • Ana Sayfa
  • Resimler
  • Videolar
  • Makaleler