R.ŞANAL › Hatalar
Hep iyi olmak zorundayız. Hep akıllı, hep makul, hep ölçülü... Her yaptığımız ve yapacağımız, kabul görecek, onaylanacak şeyler olmalı. Ne kadar yorucu!
Kendilerini hiç düşünmeyen insanlar vardır.
Dıştan bakınca çok sencil görünürler.
Yemek yedirirler, içmez içirirler. Saçlarını süpürge ederler.
Eğer yapılan bu iş, hem o kişiyi hem de karşısındakini yüceltmiyorsa işin içinde bir terslik vardır.
Nitekim bu ilişkiler sağlıklı yürümez bir türlü.
Fedakârlık yapan sürekli bunu dile getirir, fedakârlık yaptığı insanı bezdirir.
Fedakârlık yapılan ise ölçüsüz ve hak etmeden aldığı için bunun kıymetini bilemez, kendisi de vermeyi öğrenemez.
O halde ölçüsüz sencillik yarar yerine zarar getirir.
Aslında bu gerçek sencillik de değildir.
Bencilliğin kamufle edilmiş biçimidir.
Şüphesiz insan, başkalarını düşündüğü oranda kendini de düşünmelidir.
Çünkü kendisi de bir bireydir.
Ve kendisini kollayıp gözetme görevini vermiştir Tanrı ona.
Kendi çıkarlarını koruyacak diye, insan kolayca aşırıya kapılıp, hep bana, benim için, bana göre demeye başlayabilir.
Bu eylemi yapan kişi samimi olarak kendisini kollaması gerektiğini, bunun akıllıca bir iş olduğunu düşünür.
Fakat ölçüsüz bir bencillik, bir süre sonra insanın kendisini alıp sürükleyen bir fırtına yaratır.
İşler bir türlü yolunda gitmez, gidiyor gibi görünse bile huzur bulunmaz bir türlü.
Hatta çok bencil insan, zafiyet çeken hastalar gibi yorgun ve korkaktır.
R.Şanal
HATALARHep iyi olmak zorundayız. Hep akıllı, hep makul, hep ölçülü...
Her yaptığımız ve yapacağımız, kabul görecek, onaylanacak şeyler olmalı.
Ne kadar yorucu!
Kime göre makul? Kime göre iyi? Kime göre doğru?
Peki ya bizim hata yapma hakkımız? Yanlış yapma özgürlüğümüz? Onlar ne olacak?
İlk kitabımın başlangıç bölümünde, o sıralar bunalımda olduğumu, ağladığımı falan yazmıştım. Sonra fark ettim ki insanları önce şaşırtan, sonra da ilgilerini çeken bu samimiyet olmuştu.
Bunu yazmak zorundaydım çünkü biliyordum ki beni sağlığıma kavuşturan şey acılarımla yüzleşmemdi. Onları kabul edip ağladıkça, rahatlayıp kendime geldim.
İçimdeki o küçük, acı çeken çocuk özgürlüğe kavuştu böylece.
Bazen sık sık salaklıklarım gelir aklıma. Onları seminerlerimde paylaşırım.
Dinleyenlere çok iyi gelir. “Aa, o da bizim gibiymiş!” diye düşünürler. Kim gibi olacaktım ki?
Bildiklerimi büyük oranda salaklıklarıma borçluyum. Kendime bu konuda bol bol avans vermeyi öğrendim.
İşte benim muhteşem salaklıklarımdan bir kaçı: Üç yıllık lise eğitimini tam dokuz yılda bitirdim. O dönemde iki yıl sınıfta kalan, bir yıl da beklemeye kalıyordu. Şimdi nasıl bilmiyorum. Lise dönemine kadar çok iyi gelmiştim.
Liseye başladığımda kendimi gösterme, kanıtlama çabası başladı. Tüm dersleri can kulağıyla dinliyordum. Ama amacım farklı; araya bir espri patlatıp sınıfı ve hocayı güldürmek için. Bunda çok da başarılı oldum açıkçası. Espri kabiliyetim gittikçe arttı. Fakat yılsonunda bir bakıyordum ki çakmışım. Ama hiç önemsemiyordum bunu. Çünkü benim için başarı, güldürdüğüm insan sayısı, çarpı günde kaç kişiyi güldürdüğümle ilgili. O zaman kendimi iyi hissediyordum.
Bu salaklığım bana fazladan altı yıla mal oldu.
Fakat bir yandan da şöyle bir faydası oldu; beklemeye kaldığım her seferinde bir işe girdim çalıştım. Bu ara hayatı öğrendim, kendimi tanıdım. Harçlığımı çıkarmanın keyfini ve gururunu tattım.
Altmış sekiz kuşağıyız ya elini tutuğumuz kızla evlenmek zorunda kaldık.
Biraz salaktık o zaman. Çünkü bize, hayatı deneme imkânı pek tanınmadı.
Cinsellik, flört falan çok zordu. İmkânsız gibi bir şeydi. Biraz da ailenin baskısından falan kurtulmak adına ilk gözümüze kestirdiğimiz kızla evlendik valla. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu anlamadan kendimizi evli bir adam olarak bulduk. Daha delikanlı olmadan adam olduk. Daha önce de çocuk olmadan yetişkin olmuştuk. Ohh kaymaklı kadayıf tatlısı! Bir de baktık yaş olmuş kırk.
Aman! Zaten hep böyle değil midir? İnsan ancak kırk yaşlarında “Bir dakika, ben kimim, ne yapıyorum?” diyebiliyor zaten değil mi? Ondan önceki zamanlar hep salaklık zamanlarımız değil mi zaten?
Hatırladığım başka bir salaklığım da çocukluk yıllarıma ait. Nerden elime geçtiyse bir bisiklete biniyorum ( çünkü benim hiç iki tekerlekli bisikletim olmadı, ne acıklı değil mi?). Vakit akşamüstü. Mahallede benden yaşça biraz büyük bir çocuk yanıma gelip, “Beni şu bisikletle eve kadar bırak” dedi. Ben de bunun üzerine “Ama çok vaktim yok!” dedim. Bunun üzerine, “Yahu çok yakın, hemen şurda!” diye işi olupbittiye getirmeye çalıştı. Saflığımdan inandım ona. Ben bisikletin selesine oturdum. O abimiz ya! Bizden büyük, o yüzden ağzımızı açamıyoruz. Yıl 1958 falan. Ben altı yaşındayım. Ayhan Işık, Belgin Doruk'lu filmlerin zamanı. Çıktık yola, gittikçe gidiyoruz, yol bitmiyor.
Kendime nasıl kızıyorum. Neyse sonunda taa öbür mahallede bir yere geldik.
Bizim üçkâğıtçı sırıtarak indi bisikletten. “Hadi sen şimdi eve dön!” dedi.
Ah benim salak kafam!
Çocukluk arkadaşım Aydın Arıtan'la bir Ege gezisi yapmaya karar vermişiz. Yıl 1974'ler falan. Delikanlılık çağı. Aklımız fikrimiz kızlarda. Yolda ha bire çekişiyoruz.
Beklentilerimizin boşa çıkıyor olmasının, bu çekişmede payı büyük tabii.
Ayvalık falan derken yolumuz Bergama'ya da düşmüştü. Ben artık dayanamadım; “Ne halin varsa gör, ben gidiyorum” dedim. Gör diyorum ama ben göremiyorum çünkü bu arada gözlüğümü de kaybetmişim. Olay nasıl oldu şimdi hatırlamıyorum. Aldım elime torbamı çıktım yola. Bindim bir otobüse, İstanbul'a döneceğim. Sadece otobüs param vardı, onu da harcadım. Yolda acıktıkça su içiyorum. Su beleş çünkü. Neyse otobüs İzmir'e geldi. Dediler ki “Burada bir saat mola veriyoruz.” Ben de indim otobüsten, şehri biraz dolaşayım maksadıyla, yürüdüm. Basmahane civarıydı galiba.
Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorum. Garaja döndüm. Bir de baktım bizim otobüs yok. “Eyvah!” dedim içimden, “Şimdi yandık! Gözlük yok, doğru dürüst önünü göremiyorsun, paran yok, yeni bilet alasın.” Can havliyle sağa sola bir koşuşturmam var ki sormayın.
Sonunda bir baktım ki bir otobüs orada durup duruyor. Yeri değişmiş bizimkinin, başka bir yere almışlar. Otobüse bir binişim var ki sanırsınız cennete giriyorum.
Ah benim şahane aptallığım!
Uzun yolculuklar bana her zaman iyi gelmiştir. Hele bilmediğim yerlere gitmek...
Yollarda giderken kendi içime yolculuk yapıyormuş gibi olurum. Hayaller kurarım.
Kendimi yazlık yerlerde konserler veren ünlü biri olarak hayal ederim. O kadar canlıdır ki bu hayaller! Büyük bir tatmin duygusu verir.
Bir ara, on dokuz yirmili yaşlarımda, aklım estikçe atlardım otobüse, bazen trene ver elini İzmir, ver elini Ankara, bir günde gider gelirdim.
Neyse salaklıklarım bir yazıya sığacak gibi değil, daha çok anlatacaklarım var...
R.Şanal
Bu sayfa 07.09.2021 tarihinde eklendi. En son 07.09.2021 tarihinde güncellendi.